Kayıtlar

bağlı balık

üç seçeneğinizin olması ile bin seçeneğinizin olması aynı şey değildir hiçbir zaman. 2. üzülmenizle 756. üzülmeniz arasında bir fark vardır.   ne mi fark var diyorum?  insanların sınırlarının olması ya da olmaması ruhsal durumu etkiliyor diyorum. insanların kendilerini tanımadıkları sürecinde ya da her şeyi kabul edebilir düzeyde kaldıkları sürecinde insanların daha mutsuz olabileceğini düşünüyorum.  önce kendini bilirsin, sonra da ne istediğini bilirsin. hayattan, kendinden, doğadan, aileden…  eğer ki bir sınırın yoksa her şeyi isteyebilirsin ve seçeneğin sınırsızdır. her şeyi denemeye kalkmak demek hem zaman kaybı demek hem de başarı oranının azalması demek. başarı oranın azaldıkça motivasyonunun azalması kaçınılmaz bana kalırsa. bu sebeple gittikçe artan mutsuzlukla aslında sınırları olmayan ve ne istediğini bilmeyen birine dönüşürsün. bu yüzden mutsuz olma ihtimalin her zaman daha fazla. eğer ki bir sınırın, bir kriterin olursa bir durumla karşılaşınca iki ihtimalin olur. ya evet b

fırsat indirimi

ilişkiler indirimi olan bir mağazada hızlıca bir şeyler seçmeye çalışmak gibi. anlık bir kararla eline bir şey alıyorsun ama mağazadan çıkmadan başka bir şeye tercih edebilirsin. onu denemek isteyebilirsin, onun rengi daha çekici olabilir ya da daha rahat gözükebilir. o kadar zaman tanımıyoruz ki birbirimize ve o kadar ne istediğimizi bilmiyoruz ki..  sadece indirimden faydalanmaya çalışıyormuşuz gibi geliyor bazen. 1-2 kriterimizi karşılıyorsa hemen sahip olmaya çalışıyoruz. geri kalanları ise sadece oldurmaya çalışıyoruz. bir beden küçük mü geldi, olsun kilo vermek istiyorum zaten. rengi aslında tam içime sinmedi mi, olsun alayım illa ki bir gün giyerim.  sadece bir şey hoşumuza gittiyse geri kalanını halledebilir diye düşünüyor insan. ya ben kabullenirim ya da o zamanla bana uyum sağlar yani “değişir” hiçbir şeye geç kalmadık aslında. çevremize bakınca dışardan güzel gözüken her şey başımıza geldiğinde sabrettiğimiz, alttan aldığımız, tahammül ettiğimiz şeylere dönüşüyor. aslında be

aynı zamanı yaşamak

  aynı zamanı yaşamak diye bir şey var.   gece gündüz bir olduğunuz insanla bile aynı zamanı yaşamıyoruz aslında. sabah birlikte uyandığınızda aklınıza gelen şeyler bile farklı, farklı şeyler yemek isteyebiliyorsunuz kahvaltıda.  ya da arkadaşınızın sizinle bir şeyi paylaşırken yaşadığınız duygu durum ne onunkiyle aynı ne de sizin onu bir önceki dinleyişinizle.  verdiğim örneklerin hiçbiri yadırgadığımdan değil bu arada, işleyiş bu. böyle olmak zorunda.  günbatımını izlerken sizinle aynı hayalleri kurmuyor diye kimseye kızamazsınız.  biri sizle dertleşirken siz ne kadar kendinizi verebiliyorsunuz benim derdim bu aslında. o ailesinden yakınıyor siz onun için mi üzülüyorsunuz yoksa çok şükür sizin öyle dertleriniz mi yok, yoksa aman ağlasın da modumuza dönelimci misiniz?  birinin evi yandığında ölmesinden mi korkarsınız, bundan sonra yaşayacağı travmalardan mı, evsiz kaldığı için mi yoksa ya bir gün sizin de eviniz yanarsa mı? birinin elini ilk kez tutarken ne düşünüyorsunuz? elinizdeki

basınç.

ben hep insanların damarına basıldığında bir şeylerin eksildiğini düşünmüşümdür. sanki bir şeyleri kaybediyormuşuz gibi.  kırk kere aynı soruyu sormak, ısrar etmek, aynı tavırla iletişime devam etmek mesela.  fark ettim ki artık insanların hayatlarında ilkler önemli değil.  gerçi artık gerçekten insanların kendileri dışında önem verdiği başka şeyler var mı emin değilim.  bir insan aynı konu üzerinden kaç kere sinirlenebilir mesela? aynı kişiyse tekrarlar sonucunda daha mı çok sinirleniyor insan? yeni insanlara karşı tahammülümüzün daha fazla olduğu kesin.  sebebi damarımıza basılması gibi sanki.  bir şeye sinirlenmemiz ilkler yüzünden mi? sinirlenmelerimiz konuya mı yoksa bize o siniri yaşatan insana mı?  ilk hangi duyguyu öğrendik acaba bir bebeğin bile sinirlenebiliyor olması çok içgüdüsel evet ama hepimizin konuları ve tepkileri farklı. gerçekten dünyaya geldiğimizde bazı özelliklerimiz zaten zeminimizde varmış gibi geliyor.  beni mesela bilmediğim yerden üzmediler hiç. çünkü benim

Zaten öyle.

 Bazı gerçekleri kabullenemiyorum. Bir zamanlar tek hedefimin para biriktirip bir ayakkabı almak olması ama seneler sonrasında hiç umursamadan o ayakkabıyı çöpe attığım gerçeği gibi.  O zamanın hisleriyle, o zamanın mantığıyla varımı yoğumu verebileceğim bir şeyi bir süre sonra hiç umursamamak beni çok korkutuyor. O an tüm kalbinle istiyorsun ama zamanı gelince en istemediğin şey olacak belki de. O zaman geçmişte verdiğin savaş, emek buna değecek mi? Önemsediğin şeyin değeri kalmayacağını bile bile o kadar çabaya değer mi hayatımızdaki şeyler? Bir eşya üzerinden örnek verdim ama konu eşyalar değil. Konu duygular, hayatımıza aldığımız insanlar. Duygusal ilişkiler, arkadaşlık ilişkileri, iş ilişkileri, mahalledeki esnaf ilişkileri... Ne olarak yorumlarsak yorumlayalım hayatımız boyunca birçok ilişki modeline maruz kalıyoruz. Onlar için duyduğumuz empati, benimseme, sevgi, vicdan, kendine yakın görme... Ve bu duygular eşliğinde onlara verdiğimiz tavizler, onlar için yaptığımız fedakarlıkl
bazen hayatta amaçlarım olduğunu düşünüyorum. büyük ya da küçük hiç fark etmeden bir şeyleri beklediğimi, bir şeyler için uğraştığımı fark diyorum. bizi ayakta tutan şeylerden bahsediyorum. bir şekilde hayata bir yerden dokunduğumuzu sanıyorum. bazen amaçlarım/yaptıklarım çok anlamlı geliyor. kendimden çok fazla verim aldığıma inanıyorum. hatta motivasyonum öyle güzel oluyor ki uyanıp kendime geldiğimde BEN UYANDIM BEN diye tüm dünya'ya haber salasım geliyor. çünkü ne bileyim kendimi seviyorum ve o gün hayatlarına dokunacağım insanlar olacak. hepimiz her gün insanların hayatlarına dokunuyoruz. bazen iyi bazen de sanki her şeyden daha kötü bir şekilde. birinin hayatına dokunabilmek çok tehlikeli aslında. eskiden sadece çocuk büyütmenin çok tehlikeli olduğunu düşünürdüm ama şimdi herhangi bir iletişimin, herhangi bir bağın çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum. çünkü söylediğiniz tek bir kelime ile her şeyi yıkabilirsiniz. bunun sorumluluğunu yaşamak çok zor ve bu sorumluluktan kurtulma
birini olduğu gibi kabullenmek çok zor. hayatımıza, HEPİMİZİN hayatına bir ton insan girip çıkıyor ve artık o kadar çok insanla muhatap oluyoruz ki sayısını aklımızda tutmak gibi bir şansımız olmuyor. bazılarını unutuyoruz. olayı hatırlarken o olayı yaşadığımız insanı unutuyoruz.  "kimdi ya bu?"  tipini hatırlasak ismini hatırlamıyoruz ya da tam tersi. ve bu sosyal medyadan kaynaklı olarak bir insanı tam olarak hayatımızdan çıkartamıyoruz. illa ki bir yerde karşımıza çıkıyor ya da zaten sosyal medyada takipleştiğimiz için bir şekilde irtibatta kalma durumu olabiliyor. bu yüzden insanlara verdiğimiz değer zamanla azalıyor ve önemsizleşiyor işte. çünkü O KADAR ÇOK Kİ!  O KADAR ÇOK VAR Kİ! durum böyle olunca da bir insanı olduğu gibi kabullenmek çok absürt bir durummuş gibi geliyor. çünkü "o kadar seçenek varsa istediğimiz de vardır illa ki" diyoruz ya da "aa evet bu olabilir diyip karşımızdakinin bazı 'istemediğimiz' özelliklerini değiştirmeye çalışıy