basınç.

ben hep insanların damarına basıldığında bir şeylerin eksildiğini düşünmüşümdür.
sanki bir şeyleri kaybediyormuşuz gibi. 
kırk kere aynı soruyu sormak, ısrar etmek, aynı tavırla iletişime devam etmek mesela. 

fark ettim ki artık insanların hayatlarında ilkler önemli değil. 
gerçi artık gerçekten insanların kendileri dışında önem verdiği başka şeyler var mı emin değilim. 

bir insan aynı konu üzerinden kaç kere sinirlenebilir mesela?
aynı kişiyse tekrarlar sonucunda daha mı çok sinirleniyor insan?
yeni insanlara karşı tahammülümüzün daha fazla olduğu kesin. 
sebebi damarımıza basılması gibi sanki. 

bir şeye sinirlenmemiz ilkler yüzünden mi?
sinirlenmelerimiz konuya mı yoksa bize o siniri yaşatan insana mı? 

ilk hangi duyguyu öğrendik acaba
bir bebeğin bile sinirlenebiliyor olması çok içgüdüsel evet
ama hepimizin konuları ve tepkileri farklı.
gerçekten dünyaya geldiğimizde bazı özelliklerimiz zaten zeminimizde varmış gibi geliyor. 

beni mesela bilmediğim yerden üzmediler hiç.
çünkü benim için "herkes her şeyi yapabilirdi."
anneler, babalar "hayır benim çocuğum onu asla yapmaz" diye körü körüne savunurlar ya hani
aslında herkes, uygun şartlarda her şeyi yapabilir ve bunun sinyalini illa ki verir.
biz sadece sinyalleri göremeyiz ya da görmek istemeyiz.
sonra da göremediğimiz için üzülürüz. 

tepkilerimiz kendimize mi yoksa karşımızdaki insana mı? 
başkalarının davranışlarını kabullenememek bizi bu kadar etkilemeli mi?
hava yağacak gibi ama yağmadığında sinirlenmeyiz.
hava hiç de yağacak gibi değil ama bir anda yağarsa bu bizi sinirlendirebilir. 
çünkü hiç beklemedik. 
bekleseydik aynı şiddetle sinirlenir miydik, sanmam.

damara basmak bu yüzden eksiltiyor bir şeyleri.
sinyalleri vermenize rağmen hiçbir şey yokmuş gibi devam edilmesi...
bunu kabullenmemiz çok zor.
tabi kendinize saygınız varsa.

bir telefon numarası var elinizde.
aradınız ve hiçbir zaman cevap geldiğine şahit olmadınız.
kaç kere arardınız?
kaçıncıda ikna olurdunuz hiç açılmayacağına?
ya da tam tersine bakalım.
o numara her aradığınızda açtı.
ve bir gün açmadı. 
kaç kere daha ararsanız tekrar açacağına inancınızı kaybedersiniz?

pozitif şeylere karşı ısrarlarda mı daha tahammül sahibiyiz yoksa olumsuz şeylere karşı mı?
"çok sık seni seviyorum diyorsun bu beni rahatsız ediyor."
"beni çok sık aşağılıyorsun bu beni rahatsız ediyor."
hangi cümle daha çok tahammülü hak ediyor?
ya da böyle bir hak var mı?

hepimiz birbirimizden farklıyız. 
ve hiçbir zaman birbirimizle tamamen uyumlu olamayız. 
iyi ya da kötü her ne ise insan her zaman karşısındaki açık olmalı. 
normalleri belirleyen biziz.
karşımızdakinin bunu bilmeye hakkı var. 
bunlara uyum sağlaması ya da güçsüz durması bizimle alakalı değil.
bu sebeptendir ki her damara basmada bir tuğla öreriz aramıza.
bu yüzdendir hem biz artık daha az etkileniriz
hem de karşımızdaki için daha az önemli olur. 
ilkler burada önemlidir.
ilke verilen tepki, ilke koyulan sınır, ilke gösterilen anlayış.
diğer tüm tuğlarının yerini belirleyecek odur. 
hayatımıza aldığımız ve tuttuğumuz kişilerden dolayı
ya tuğlalardan evler kurarız kendimize, soluk, gri olanlardan.
ya da herkesin hayallerinde olduğu gibi tuğlaya ihtiyacımız olmadan güneşin doğuşunu anı anına yaşayabiliriz. 

Yorumlar

  1. Her duygu hüzün temellidir.. Sevinç, sinir, korku, heyecan hepsi hüznün üzerine konulur.. Ve o hüzünle karşılaşmamak içinde daha çok çabalar insan.. Hayaller kurar kaçar, umut eder kaçar ama hiç kaçmayıp o hüzne sarilsa belki de tuğlasız bir evden güneşin tadını çıkartacaktır.. Yazın çok güzel.. Paylaştığın için teşekkür ederim.. Biraz geç olsa da Mutlu Günler Dilerim..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

aynı zamanı yaşamak

fırsat indirimi

bağlı balık